Mehmet Akif Ersoy Kimdir?

Akif'in entelektüel ve aydın kişiliğini, halka yakınlığını, toplumla barışıklığını anlayabilmek için "entelektüel" ve "aydın" kavramlarının anlamına bakmak gerekir. Entelektüel kavramının tam bir tanımı yoktur. Farklı yüzyıllarda anlam değişikliklerine uğramıştır. Fildişi kuleye çekilip toplumdan uzak, okuyan-yazan ya da halktan uzak arı bir dil geliştiren anlamlarına da gelmiştir. Literatürde benimsenmiş, kabul görmüş anlamı "geniş çapta fikir dünyası olan"dır. Bağımsızlık, kültürel sorunlar, iktisadi meseleler üzerine düşünen ve bunun çilesini çeken kişi anlamına gelir. Aydın kavramının tanımı hakkında tartışmalar yaşansa da genel kabul gören anlamı, "kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver"dir.

         

        Toplum ya da halk için önemli olan konularda hassasiyet gösteren Akif'in sadece eserleri ve fikirleri ile değil şahsiyetiyle de aydın olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Genel anlamda bu makalede Akif'in aydın-entelektüel bir şair olarak toplumla ilişkisi ele alınacaktır. Bu da bizi Akif'in "toplumla barışık entelektüel ve aydın bir insan" olduğu düşüncesine götürecektir.

         

        Mehmet Akif'in sosyal meselelerdeki duruşunun inançlarına ve yaşadığı toplumun değerlerine göre biçimlendiğini anlayabilmek için öncelikle onun şahsiyetinin oluşumuna ve yaşamındaki nüanslara bakmak yerinde olacaktır.

         

        Akif'in şahsiyetini anlayabilmek için onun şahsiyetinde taşıdığı değerlere bakmak gerekir. Mehmet Akif Ersoy, Nurettin Topçu'nun bütününe "Ahlak Nizamı" dediği değerleri bünyesinde taşıyan biridir. "Dürüstlük, ahde vefa, dini bütün, şefkatli, merhametli, milliyetperver, halkla iç içe, ahlaklı olma" gibi nitelikler toplumun önünde yürüyen aydın bir kişilikte görülebilecek özelliklerdir. Akif bu özelliklerini eserlerine de yansıtır. Eşref Edip, Mehmed Akif Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları adlı kitabında Akif'in ölümünden sonra yapılan anma toplantılarını anlatır ve Akif hakkında yazılan yazılara yer verir. Ölümünün ikinci yılında yapılan bir anma toplantısında Ali Nihat Tarlan'ın söyledikleri de bu düşüncelerimizi doğrular:

         

        "Hayatında suistimal nedir bilmezdi. İçki, kadın, kumar gibi zevkleri tatmamıştı. O hâlde hangi kudret o metin seciyeyi sarsabilirdi? En büyük zevki okumaktı. Dostlarına vefakâr, her türlü kötülükten müctenib, lekesiz bir hayat sürmüştü. Bir şeye söz verdi mi, her şeye rağmen onu anında yerine getirirdi. Kanaatine muhalif bir fikir ortaya atıldığı zaman mücadeleye başlardı. Bunun haricinde pek az söz söylerdi. Zarif fıkraları dinlemesini ve bilhassa anlatmasını çok severdi."[1]  

         

        Kişiliğini gösteren bir diğer somut örnek de Zangoçluk polemiğine girdiği ve polemikten daha önce tanıştığı Fikret'i kişiliği üzerinden değerlendirmiş olmasıdır:

         

        "... Bu ilk konuşmanın Fikret üzerindeki tesirini bilmiyoruz, fakat Akif üzerindeki tesiri bilinmektedir....

         

        -Sevemedim ben bu adamı, demişti ve sebeplerini şöyle anlatmıştı: Benim gibi ilk görüştüğü adama yirmi senelik arkadaşını çekiştirdi."[2] Akif için yazma ahlakından önce davranış ahlakı gelmektedir.

         

                     Akif cemiyete karşı kendini sorumlu hisseden bir aydındır. İttihad ve Terakki'nin yeminine karşı çıkışı da bunun bir göstergesidir.        

        "Ben demişti, böyle yemin edemem. Kayıtsız, şartsız cemiyete teslim olamam. Umumi Merkezin iyi olan, ma"ruf olan emirlerine itaat edeceğime söz veririm, fakat fena olan, memlekete zararlı olan emirlerine uymayı kabul edemem."[3]

         M. Emin Erişirgil'in aktardığı "Kebapçı Kâmil" hikâyesi de şairin şahsiyeti hakkında önemli ipucu verir. Devlet memurlarının sürekli yemek yediği Kebapçı Kâmil ölünce Akif onun için mersiye yazmak istemiş ve bu isteğinin gerekçesi olarak onun yardımsever biri oluşunu göstermiştir:

         

        "Bir aralık Hükümet aybaşlarında maaşları veremediği için öğle yemeklerimi Kâmil'de borç yerdim. Borçlar çoğaldıkça, ben Kâmil'in yüzünde istiskal aradım, bulamıyordum. O gene her zamanki gibi, beni güler yüzle karşılıyor ve hizmet ediyordu... Hem size sorarım: Bana yemekleri hilesiz, sahibi alnının teriyle para kazanır, başka Türk aşçısı gösterebilir misiniz?"[4]

         

        Taha Toros, Akif'in cenazesini anlatır:

         

        "Ama ölüleri saygı ile toprağa vermenin, onları hayırla yâd etmenin kutsallığını içten duyan üniversite gençliği, şuurlu davranışlarıyla, gidermeye çalıştı. Beyazıt meydanında Türk bayrağına sardıkları İstiklal Marşı'nın şairinin tabutunu, arabayla değil, eller üstünde omuzlarını vererek Edirnekapı mezarlığına kadar götürdüler. Mezarı başında hep bir ağızdan söyledikleri İstiklal Marşı, o gün bambaşka bir heybette idi."[5]

         

        Bu anekdot Akif'in duruşundaki iki yönlü samimiyeti de gözler önüne serer: Toplum ve toplumun taşıdığı değerler dünyasının sözcüsü olan bir şair, toplumundan bu hassasiyetlerinin karşılığını almıştır.

         

        Akif, 14 yaşında babasız ve evinde çıkan yangın yüzünden evsiz kaldıktan sonra hayatın zorluklarını görmüş, kendi kendini yetiştirmiştir. Eğitim hayatı onun hem toplumla iç içe olduğunu hem de donanımlı bir entelektüelin nasıl yetiştiğini gösterir. Daha doğrusu bir entelektüel olarak Akif'in kendini toplum içinde yetiştirdiğini ispatlar. Rüştiye sıralarında Arapçasını ilerletip Farsça dersleri almaya başlayan Akif, Türkçe, Arapça ve Farsça derslerinde sınıfında hep ön sıralarda olmuştur.

         

        "Ailenin geçimini temin etmek için bir ara Bayezid Camii avlusunda tespih sattığı rivayet edilir. Ancak Akif ticaret yapacak mizaçta değildi. O sırada Halkalı'da yeni açılan Baytar mektebi şair için bir kurtuluş, kısa yoldan hayata atılmak fırsatı sağlayan bir imkân kapısı oldu... Akif, Mülkiye Baytar Mektebinde de çok başarılı bir talebe oldu. Midhat Cemal'in neşrettiği not cetvellerinde görüldüğü üzere, 1893 yılında okulu birinci olarak bitirdi."[6]

         

        Toplumu etkileyen, insanlarıyla barışık olduğunu gösteren en önemli göstergelerden biri de millî mücadele yıllarında verdiği vaazlardır. Bu vaazları dinlerken halkın coşkun hâli de gösterir ki Akif toplumla iç içe olan ve lider özellikleri gösteren bir şahsiyettir.

         

        "Bir avuç kahramanın, Batı Anadolu'da başlattığı direniş hareketi, onu fevkalade heyecanlandırdı. "zafer yolu bu yoldur" diyerek Şubat 1920'de Balıkesir'e gitti. Akif'in gelişi şehirde bir bayram havası estirdi. Halk Zağnos Paşa Camisi'nde toplandı."[7]

         

        Daha sonraları Ankara ve Konya gibi Anadolu şehirlerini de dolaşıp vaazlar veren Akif, halk üzerinde oldukça etkili olmuştur. Hatta Konya'da çıkan isyanın bastırılmasında en yatıştırıcı rol Akif'in verdiği vaazlardır.

         

        Batı dillerini de bilen Akif; Hugo, Lamartine, Balzac gibi yazarların eserlerini Fransızcasından okumuştur. Emin Erişirgil bununla ilgili bir hatırayı nakleder:

         

        "Bir gece o köşkte yatarken Mehmet Ali, Akif'e Quo Vadis'in Fransızcasını veriyor: 'Hocam, diyor, belki bu kitap uykunuzu getirir.' Akif, tersine o gece, kitabı bitirmek için çok az uyumuştur. Fakat eseri bitiremedi. Sabahleyin kalktığı zaman, salonun bir köşesine oturmuş, bunu bitirmeye çalışıyordu."[8]

         

        Akif'in şahsiyetinde barındırdığı entelektüel ve aydın tarafı göstermesi bakımından Cenap Şahabeddin'in aşağıdaki sözleri önemlidir:

         

        "Kimse tahmin etmez ki o, yalnız bizim asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destan şairi olsun. -Safahat yaratıcısının hüviyeti bir nevi mahviyet içindedir. Sesindeki haşmet ve saltanatla zamanı ve nisyanı ilelebet sarsacağından şüphe etmediğim Mehmet Akif Bey'e âdeta sıkılgan denebilir; şahsı bahis mevzuu oldukça, o kadar aşağı perdeden konuşur ve tanınan şiiri yalnız kendisinden bahsetmek iktiza edince aciz bir sükût olur."[9]

         

        Akif'in bu tavırları onun entelektüel yönünü gösteren örneklerdendir. "medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" dediği Batı kültürünü dışlamadığı gibi Batı'dan faydalanmak gerektiğini bilen bir entelektüeldir.

         

        Batılı yazarları okuyan Mehmet Akif için halk, toplum, kendi insanı daha önemlidir. Bu tavrını örnekleyen Mithat Cemal Kuntay'ın anekdotu yerinde olacaktır:

         

        "Bir gün duvarda yastıklara başını dayamış buldum. Karşısında Hüseyin Siret vardı; bir hatırayı konuşuyorlardı: 'Hani şu kadar yıl evvel, bir gece 'Hernani'den tutuşmuşlardı; hani bu kitaptan en çok beğendikleri yeri birer kâğıda yazmışlar, sonra kâğıtları karşılaştırmışlardı da ikisinin de beğendiği yer aynı beyit çıkmıştı... Akif:

         

        -Ben Hugo'yu...

        Hizmetçi girdi:

        -Osman pehlivan diye biri geldi efendim.

        Akif Hugo'yu unuttu; pehlivana sevindi; hep oda kapısına bakıyordu."[10]

         

        Batı'yı bilip kıymet veren Akif, halktan biri söz konusu olunca kendini kaybeder. Her türlü fedakârlığı yapmaktan geri durmaz. Toplumun her kesiminden ihtiyacı olanlara yardım eder. İsmail Hakkı Şengüler, "Mehmet Akif Külliyatı" adlı çalışmasında Hasan Basri Çantay'ın gözüyle Akif ve onun hatıralarına yer verir. Bu hatıralardan biri onun fedakârlığını gösteren küçük bir örnektir.

         

         "Hiç unutamam: Bir akşam bizi Ankara'da evine çay içmeye çağırmıştı. Biz gitmek üzere iken o, koşa koşa bize geldi, dedi ki: 'Bu akşam çayı sizde içeceğiz.'

         

        Ben tabi memnun oldum. Fakat sebebini de anlamak istedim. Sordum, gülerek dedi ki:

        - Bizim odanın kilimini bir fakire vermişler!

        O oda ki mefruşatı zaten tek kilimden ibaretti ve tek kilimi bir fakire veren de kendisi idi.[11]

         

        

Aydın insan sosyal bir durum karşısında hassasiyet gösterir. Akif bu hassasiyeti göstermesinin yanı sıra şair olarak da buna estetik bir boyut kazandırmıştır. Çanakkale şehitleri için destanını yazmış, millî mücadele ve istiklal için İstiklal Marşı'nı vücuda getirmiştir. Akif'i farklı kılan belki de sanatı ve hayatı arasındaki tutarlılıktır. Toplumu derinden etkileyen hususlarda gösterdiği hassasiyeti yaşamında da göstermiştir.

         

        "Onun yalnız bir endişesi vardı. Memleketin istikbali! Kafilemiz çölün a'makına dalmış gidiyorken birdenbire durur, bize döner:

         

        -Arkadaşlar düşman şu boğazları geçerse memleketin hâli ne olur, diye derinden ah çeker, sonra da

        -Allah o günleri göstermesin, duası ile zihinlere hücum eden endişeleri bertaraf ederdi... Onu avutan yalnız bir şey vardı: Vatana hizmet yolunda bulunmak."[12]

         

        Eşref Edip, Çanakkale zaferini işitince Akif'in duyduğu sevinci nakleder:

         

        "Baktım o kahraman Akif'in gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Bin bir tehlike karşısında ufak bir teessür alameti göstermeyen koca Akif, şimdi masum bir çocuk gibi ağlıyordu. O teessürünü belli etmezdi. Elemini de sevincini de içine gömerdi. Ancak bu hadise karşısında kendini zapt edemeyerek gözyaşları döktü."[13]

        Akif'in şiirlerinde ele aldığı meseleler incelenirse onun bir aydın tavrıyla topluma ne kadar yakın olduğu görülür. Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri'nde Akif'in entelektüel bir tavırla ele aldığı konulardan bahseder:

         

        "Türk edebiyatında onun kadar yaşadığı devri bütün teferruatı ile gösteren başka bir şair yoktur, denilebilir. Safahat, âdeta, muayyen bir nokta-i nazardan tasvir edilen bir manzum romana benzer: Sokak, ev, kulübe, saray, meyhane, cami, köy, şehir, fakir, zengin, dindar, cahil, yerli, yabancı, Avrupa, Asya, ticaret, siyaset, harp, sulh, şehircilik, köycülük, mazi, hâlihazır, hayal, hakikat hemen her şey Akif'in duyuş ve görüş sahnesine girer. Ve o bunları yalnız şiirin değil edebiyatın bütün ifade vasıtalarıyla anlatır. Tasvirler yapar, portreler çizer, hikâyeler söyler, fıkralar anlatır, konuşmalara başvurur, vaaz verir. Komik, trajik, öğretici, hamasi, lirik, hakimane her edayı, her tonu kullanır. Bu suretle Akif, şiirin hududunu nesir kadar, edebiyat kadar genişletir; hatta edebiyatı da aşar, onu hayatın ta kendisi yapar."[14]

         

        Akif, hiciv sanatının inceliklerine değinerek sanatını topluma yaklaştırmıştır. Akif'te hicivin önemine Kaplan da değinir: Kaplan Akif'in kullandığı dilde de topluma ne kadar yakın olduğunun altını çizmiştir:

         

        "Şairin kullanmış olduğu dil ve üslup da esas gayesine ve parçanın muhtevasına uygundur. Şair (burada vaiz) kalabalığa hitap ediyor. Kalabalığa hitap etmek için onun dilini, üslubunu, hatta düşüncesini benimsemek lazımdır. Akif, bütün eserlerinde olduğu gibi burada da kalabalığın dilini, üslubunu ve zihniyetini benimsiyor. Bu bakımdan o, başlıca gayeleri şahsi ve orijinal olmak, yeni ve başka görünmek olan Servet-i Fünuncularla Haşim'den tamamıyla ayrılır. Akif, kalabalığın sade kelimelerini değil, deyimlerini, benzetmelerini, ifade, hatta bütün cümlelerini dahi almaktan çekinmez"[15]

         

        

Taha Toros da Akif'in ulusal anlamda yaşanmışlıklardan yola çıkarak yazmış olduğu iki şiire dikkat çeker. Bu şiirlerin onun kalıcı olması için yeter derecede önemli ve etkili olduğuna vurgu yapar:

         

        "Akif şiir sanatını cemiyet için kullanan kişilerdendir. Akif edebiyatımıza ve edebiyat tarihimize ve gelecek kuşaklara hiçbir şey vermemiş olsaydı bile, 'Çanakkale Şehitleri" ile İstiklal Marşı' onu ölümsüzleştirmeye yeterdi."[16]

         

        Akif'in sanatındaki aydın tavrı gösteren bir başka işaret de onun şiirlerindeki dürüst ve didaktik cephedir.

         

        "Şudur benim cihanda en beğendiğim meslek

        Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek"

Haberin devamını okumak için buraya tıklayınız.

Malatya Battalgazi Aslantepe Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi

Yorumlar (0)
Yorumunuz en az 10 karakter olmalıdır.(0)